3 Mayıs 2009 Pazar

Ben mi değiştim yoksa sen mi ilk aşkım Paris ?


Paris benim ilk aşkımdı. İlk sevgilim. Yavru vatan KKTC'yi saymazsak eğer bir kuş gibi kanatlanıp , uçarak gittiğim , akşamın tüm ışıklarıyla aydınlattığı ve görür görmez gözlerimi kamaştıran ilk şehirdi Paris.

O meşhur et kesen kuru ayazına rağmen tüm meydanlarını , ana caddelerini hatta tekne ile Sen nehri gezisini bir solukta yapmış , ikinci solukta Louvre müzesinde bulmuştum kendimi. Eyfel ise o koca haşmetiyle açmış kollarını beni bekliyordu orda kaldığım günler boyunca.

Bugün yıllar sonra ilk kez tekrar buluştuk ilk aşkımla. Brüksel'den yaklaşık 1.5 saat süren hızlı tren ile yıllar önce yapılan belki biraz acemi ilk buluşmanın aksine çok daha bilinçli , daha olgun ve güneşli bir bahar günü çaldım kapısını.

Çok değil daha 6 yıl önce ilk görüşte aşık olduğum şehrin yerine bambaşka bir şehir karşıladı beni sanki. Aslında o yine aynıydı. O güzel tarihi dokusunu itina ile korumaya devam ediyor. Louvre müzesi ile D'orsay yine karşılıklı ve bir çok metropolün aksine onlara kaşlarını çatmış bakan kocaman bir alışveriş merkezi yok arkalarında. Eyfel yine tüm haşmetiyle ilk fırsatta Paris'e koşan , meşk arayan acemi aşıkları bekliyor. Ama daha kalabalık , biraz kirli , bir o kadar karışık ve maalesef birazda özensiz.

Herşeyden önce hayli belirgin yüz yapılarıyla " Ah işte klasik bir Fransız" diyebildiğim insanlar yoktu. Sanki 5 ay önce Amerika Indiana'da yada İstanbul'da karşılaştığım tanıdık yüzler vardı hep.
Biliyorsunuz , malum gümrükler kalktı, sınırlar açıldı. Artık Avrupa'nın herhangi bir ülkesinden bir vatandaş Paris'e trenle , arabayla gidebiliyor , iş bulursa orada çalışabiliyor , orada yaşayabiliyor. Benim gibi 90'ların yada 80'lerin gençliğindenseniz , sömestir tatilinde veya yaz tatilinde " Paris'e gitme" nin bugün Paris'e gitmekle aynı olmadığını anlayacaksınız..

O zamanlar herşey heryerde yoktu. Parfümün şehri Paris'ti , ayakkabı ve çantanın Milano.Oysa şimdi yaşadığınız yerde en yeni Fransız parfümlerini , İtalyan ayakkabı ve çantalarını bulabiliyorsunuz. Paris'te bu değişime uymuş , ama güzel olmamış. Champs-Elysées'de yürüyen bir genç kızı ışınlayıp , Bağdat Caddesi'ne gönderseniz hiç birşey anlamaz çünkü herşey o kadar aynı ki..İlk gittiğimde başımı döndüren 14 hatlı Paris metrosu yine başımı döndürdü ama havasızlıktan.. Oysa 6 yıl önce metro beklerken annemin çektiği güler yüzlü resmim hala gözümün önünde. Bu sefer o yerin altından çıkmak için çırpınıyordum adeta.

Yinede ilk aşkıma böylesine acımasızca haksızlık etmemek için suçu kendimde aramıyor değilim. Hem Amerika'da hemde Belçika'da yaşadığım bol oksijenli , yeşilli , ormanlı , sessiz hayatımdan sonra mı yabanileştim acaba ? Bir görüşte aşık olup, ardından gittiği her yeri orayla kıyaslayıp , kolay kolay beğenmeyen benim için Paris'ten vazgeçmek gerçektende düşünülemezdi bile.

Hele iş bir ara öyle bir raddeye geldi ki eşimle birlikte Eyfel'ın eteğinde çimlerin üzerine uzanıp , erken başladığımız günün yorgunluğunu atmak için uyuduk. Yıllar sonra karşılaştığınız aşkınıza yapabileceğiniz en büyük hakaret bu olsa gerek. Adını hep özlemle sayıkladığım Paris'ime kavuşmuşken ,çimlerin üzerinde uyumak...

Söyle bana ilk aşkım Paris , ben mi değiştim yoksa sen mi ?


Hamiş: İlgili resim Paris'i Avrupa'nın diğer büyük şehirleriyle buluşturan Gare Du Nord istasyonunun girişidir. Sizce hangi şehrin aynısı ?




Görüş ve önerileriniz için ;

havadansudanyazilar@gmail.om