Tanıdığım insanların çok azı geçmişinde bazı pişmanlıkları olduğunu itiraf edebilmiştir şimdiye kadar. Diğerlerinin ise itiraf edemediklerini düşünmüşümdür hep. Dillerinin ucuna gelmiş dahi olsa söyleyemediklerine inanmışımdır.
Bugün bu yazıyı yazma sebebim her ne için olursa olsun duyulan pişmanlıklar değil neden pişmanlık duyduğumuz.
Amerika'da yaşarken görüştüğüm insanların pişmanlıkları ya hep isteyipte bir türlü gerçekleştiremedikleri Paris gezisi yoğunluktan gidemedikleri çocuklarının okul maçları veya şükran günü yemeğini aileleri ile yiyememiş olmalarıydı.
Belçika'da bildiğim çevremde ise sadece ülkenin kozmopolit yapısından kaynaklanan kültür farklılığı sebebiyle bilinmeden düşünülmeden karşı tarafa söylenmiş sözler.
Kendimize baktığımızda bu iki kültürün duydukları pişmanlıklar ne kadar boş hatta anlamsız geliyor bize değil mi?
Oysa biz, bizden farklı kültürdeki birisine onun alınabileceği bir şaka yapsak hemen özür diler geçer gideriz. Yanılıyor muyum?
Veya çocuğumuzun okul maçını kaçırdık diyelim, 'Hay aksi neyse bir sonrakine giderim artık' demez miyiz?
Üstelik bizim hayat koşuşturmamızda çocuğumuzun okul maçını kaçırmak o kadar da önemli değidir. Sonuçta o sadece bir okul maçı.. Bunun daha doğum günü sünneti mezuniyeti var diye düşünmez miyiz?
Gelgelelim bizim duyduğumuz pişmanlıklar (sarhoş olmak gibi, geçmiş yaşantımız gibi, tercihlerimiz gibi,..vs) hiçbir Amerikalının veya Belçikalının duyabileceği pişmanlıklar değildir. Neden mi?
Çünkü onlarda bizdeki gibi toplum baskısı yoktur. Değer yargıları bizimkilerden farklıdır. Her birey doğrularıyla ve yanlışlarıyla bir bütün olarak kabul görür ve kimse birbirini sorgulamaz.
Bu yüzden yaşadıklarından pişmanlık duymazlar ve vakit kaybetmeden onu telafi etmeye çalışırlar.
Oysa bizler daha çocukken bir kalıba sokulmaya başlamışızdır bir kere.'Öyle oturma, sakızı öyle çiğneme, terli terli su içme, koşma, bağırma, elleme,..vs)
Çocukluktan başlayarak içimizde hapsetmeye çalıştığımız yaşama sevgisi ve hayatı yaşayarak öğrenme arzusu okul yıllarında filizlenmeye başlar. Öğretmenlere takılmayı hatta onları takmamayı, okul asmayı, gizli gizli sigara içmeyi, arkadaşlar arasında o esnada orada olmayan kişileri çekiştirmeyi marifet sayarız yanlış olduğunu içimizde derinlerde bilsek bile.
Ergen sendromundan kurtulup yetişkinliğe geçtiğimizde ise ilerideki yıllarda duyacağımız pişmanlıklar çığ gibi büyümeğe başlar çünkü toplumsal baskı mekanizması tam güç içimize işlemiştir.
Bu sefer eğlenmek için dışarı çıktığımızda kendimize göre 'gerçekten eğlenmek' başkalarının gözüne batar ve ertesi gün dedikodumuz yapılmaya başlar ve akabinde ayıplanırız.
Yahut yaptığımız tercihler bir çok insanı memnun etmez. Sorgulayan yargılayan gözlerle bakarlar bize ve bazen bunu aksiyona dönüştürürler.
Yanlış bile olsa yaptığımız şey, bunu kendimizin anlamasına müsade etmezler. Olduğumuz gibi kabul etmezler bizi.
Bizde oradan buradan kıvırmaya, hatalarımızdan kaçmaya, kendimizce masum bile olsa yalan söylemeye başlarız.
Çünkü toplumsal baskı bizi buna zorlar.
Bir sonrakı aşama mı ? Tabiki pişmanlık. Ya istemeden insanları kırmış oluruz yad a yaptığımız şeyden dolayı kendimizi kötü hissederiz.
Keşke size pişmanlıktan kurtulmanın yollarını yazabilsem. Ne yazık ki bende bilmiyorum.
Ama bildiğim şey bunun çaresi ne gazete eklerindeki yaşam köşelerinde yazıldığı gibi yapıcı olup konuşmak ne de dergilerde yazıldığı gibi sıfırdan başlamak.
Bu saatten sonra toplumsal yapımızı kökünden bir günde değiştiremeyeceğimize göre ya kaçmaya yani konuşmamaya devam edeceğiz ya da cesur olup, sonuna kadar pişmanlıklarımızın arkasında durup ders alacağız, aldığımız derslerle yolumuza devam edeceğiz, ilerleyeceğiz, gelişeceğiz.