1 Aralık 2009 Salı
Yurtdışında Türk olmak…
Geçenlerde bir yazı okudum.Türk olmanın “yabancılar” için ne demek olduğunu anlatıyordu hicivlerle karışık gerçeklerle. İlgili yazıyı yazan kişi o kadar güzel anlatmış ki “Türk olmanın” zorluklarını, bende “Yurtdışında Türk olmanın” zorluklarını anlatmak istedim. Bunu benden daha iyi kim bilebilir ki? Sonuçta birbirinden tamamen farklı iki ayrı ülkede yaşadim.
Önceliği Amerika Birleşik Devletlerine verelim. Amerika’da Türk olmak nereli olduğunuz sorulduğunda verdiğiniz cevaba istinaden akıllara ilk olarak “hindi” geleceği için bir kaç saniye duraksama karşılığı almaktır.
Ardından bilginin cevheri ile parlayan gözlerle “Aa, eveet Türkiyee!” denmesidir heyecanla..
Müslüman bir ülke olduğumuz için potansiyel tehlike olmaktır ve cehalet hat safhadadır klasik bir Amerikalının gözünde..
Araba yerine deveye mi binildiğinden tutunda hırsızlık yapıldığında insanların ellerinin kesilip kesilmediği gibi onlarca soruya muhatap kalmaktır.
Biraz daha bilgili bir Amerikalı ile konuşuyorsanız muhtemelen Türkiye’nin haritadaki yerini bilecektir. Halen devam eden savaşlarına yakın bir bölgede yaşadığınızı anlarlar hemen..Nitekim savaş tehlikedir ve savaşın olduğu yerler tehlikeli yerledir onların gözünde. Akabinde kaçınılmaz soru gelir; “Sizin oralar güvenli mi?”
Her gün saldıriya maruz kalmak veya pompalı tüfeklerle gezmek zorunda kalmaktır Türk olmak..
Bayanların merakı müslüman bir ülke olduğumuz için kadınların özgürlüklerinin kısıtlanıp kısıtlanmadığı olur genelde..Şahsen bana sorulan soruların başında eşimle nasıl evlendiğimiz, ülkemde başımı kapatıp Amerika’da mı açtığım, kızların erkeklerle ilişkilerini nasıl yürüttükleri geliyordu.
Avrupa’da daha doğrusu bildiğim Belçika’da durum biraz daha farklıdır..
Bir aylık mutfak alışverişi tutarına en güzel sahillerimizde beş yıldızlı otellerde herşey dahil 1 hafta tatil yapan Belçikalı sayısı çok olduğu için Amerikalılar gibi deveye binmediğimizin biliniyor olmasıdır en azından..
Ama Belçika’da Türk olmak izole bir yaşantı, çarşaflı olmasa bile değilse kadınlarımızın kapanmaya meyilli olması, temizlik işlerinde çalışması veya kebapçı olması demektir..
Ve tabiki Avrupa Birliği’ne giremediğimiz için tüm Avrupa ülkelerine imrendiğimiz, özendiğimiz ve avuç açtığımızdır…
Tüm bunları birebir yaşamış biri olarak ilk zamanlardaki tepkim üzüntüydü..
Yakın çevremdekilerin bile “Siz geçmişte sebepsiz yere Ermenileri öldürdünüz” demesinden çoğu zaman konuşmayı kesip gitmeyi bile düşündüğüm olmuştur uzun uzun olayları anlatmak yerine..
İlk zamanlarda üzüntü olan tepkim, o insanların yaşantılarını ve kültürlerini iyice öğrenmeye başlamamla birlikte yerini gururla karışık bir ukalalığa bıraktı.
Söz gelimi Amerika’da eyalet müzesine gittiğimde görebildiğim en eski eşya yaklaşık 150 yıllık bir Kızılderili okuyken, Brüksel’de gidebileceğim müzeler II. Dünya Savaşı veya enstrüman müzesidir.
Oysa Hitit Uygarlığı için yapılan kazılarda önce Roma sonrada Pers uygarlıklarının kalıntılarının bulunmasının ne demek olduğunu bir Amerikalı veya bir Belçikalı ömrü boyunca bilemeyecek… Bu da beni onlara karşı ukala yapıyor haliyle..
Zamanla bu tepkilere alışıyor insan.Veya kendi kendine oluşan savunma mekanizması çok sağlam duruyor çünkü benim tepkim artık umursamamak çünkü konuştuğum her kişiye kendimi anlatmaya kalkışsam, bu hayat çekilmez olurdu benim için..
İyisi mi merak eden sorsun, ben de aynı gurur ve ukalalıkla cevap vereyim.
Nasıl bir ironiyse değinmeden bu yazımı bitiremiyeceğim..
Eşimle Amerika’dan ayrılırken almakla yükümlü olduğumuz kültürel eğitimde eğitmeninin söylediği şu söz çok hoşuma gitmiş, bir o kadar da kendimi özel hissettirmişti o anda ..
“Global bir tarzınız ve inanılmaz bir kültür birikiminiz var, dünyanın neresine giderseniz gidin bir zorluk yaşamazsınız..”
Ama yurtdışında Türk olmak böyle zor iste..