Misal mi? 30 yaşına kadar hayatında hiçbir zaman yalnız kalmamış olan bendeniz, sevgili eşimin iş gezileri nedeniyle önceleri ayda 1 hafta, sonraları 2 hafta, geçen yıl ayda 22 gün, şimdilerde ise tam 1 ay boyunca yalnız kalmaya başladım. İsteyerek yaptığım birşey mi? Kesinlikle değil ama hayat öyle ilginç sürprizler hazırlıyor ki bizlere 'Ölürümde yapmam' dediğimiz şeyleri isteksizce, bazen korkarak yapmaya başlıyoruz. Ve bu yeni duruma zamanla alışıyoruz.
İkinci örneğim yemekten. Arasıyla oldum olası iyi olmadığım kırmızı eti nadir yediğim zamanlarda alışageldiğimiz tamak tadımıza uygun 'pişmiş' kıvamında yerdim. Oysa çoğunlukla Fransız kültürünün hakim olduğu Belçika mutfağında et siparişi verirken bizdeki gibi 'pişmiş' kıvamda et istemek için 'iyi pişmiş' demeniz gerekiyor. Önce ete sonra da ahçıya ettiğiniz bu küfürün ardından masanıza bize göre az pişmiş hatta pişmemiş et gelir. Merakını uyandırdığım okuyucular için tarifini yapayım, üstten pişmiş görünen ama içi hala pembe olan bir kıvam.
Üstü pişmiş görünen ama içi pembe etinize bakarken önünüzde sadece 3 seçeneğiniz vardır;
1- İcabında kovulacağınızı bile bilseniz inatla iyi pişmiş talebinizde ısrar edebilirsiniz.
2- Eti yemeyip restorandan çıkıp mümkünse hiç bir et restoranına gitmeyebiirsiniz.
3- Benim gibi sesinizi çıkartmadan oturup yiyebilirsiniz.
Eğer tercihiniz benim yaptığımdan yanaysa hayatın size hazırladığı ilginç sürprizlerden biriyle karşılaşmanız kuvvetle muhtemeldir. O da iyi pişmemiş veya pişmemiş eti yemeğe alışmak hatta zamanla beğenmektir.
Şahsen ben de aynen böyle oldu. 'Olamaz!' haykırışlarım ancak birkaç ay sürdü. Ve sonuç, Belçika'da geçirdiğim ikinci yılımda içi pembe et yemeğe alıştım. Tıpkı yalnız kalmaya alıştığım gibi.
Başlığa dönersek, hatır için olması yine tartışılır bana göre ama eğer insan mecbur olursa yapamayacağı şey yoktur diyeceğim bu yazımda..